Perşembe, Eylül 12, 2019

İnsanlar Şirketlerini Değil Yöneticilerini Terk Ederler - 2. Yazı


Bundan yaklaşık olarak 2 yıl önce yazdığım makale, İnsanlar Şirketlerini Değil Yöneticilerini Terk Ederler, 20.000 kişi tarafından okundu. Arada muhalif görüşler olsa da genelde okuyanlar makalenin konusu ile aynı fikirdeler. Linkedin tarafından da övgü emaili aldığım bu yazı günlük sohbetlerimin de önemli bir maddesi halinde aramızda konuşulmaya devam ediyor.
Maaş ve maddi imkanlardan ziyade, yöneticilerimizin vizyon eksikliği, empati kuramamaları, motive etmekten uzak davranışları, geleceği göremeyip şirket hakkında bilgi ve tayin edilen yönü ekipleri ile paylaşmamaları sonucunda insanlar istifa edip ayrılma yolunu seçiyorlar.
Bu durum giderek daha da tehlike bir boyut kazanıyor çünkü Y kuşağı ciddi şekilde iş hayatı içerisinde kendisini göstermeye başladı ve Y kuşağı maalesef maddi imkanlardan ziyade yukarı saydığım konulara daha çok dikkat ediyor.
Peki o zaman iyi yönetici olup bu insanları kaybetmemek mümkün mü ? Ya da liderin sahip olması gereken özellikleri neler olmalı ?
Meslek hayatımda bir liderin sahip olduğu şu 4 özelliğin insanlar ve ekipler üzerinde ciddi etkisi olduğunu gözlemledim.
  • Etkin dinleme - Konuşanı direk karşınıza alın ve göz teması sağlayın, sizin onu dinlediğinizi anlasın. Sakin ama katılımcı olun. Cümleleri tek tek dinleyin ve konuyu gözünüzün önüne getirmeye çalışın, zihniniz her zaman açık olsun. Sözünü kesmeyin - ben senden daha değerliyim mesajı vermeyin. Konuşmacının ara vermesini ya da karşı soru sormasını bekleyin.Soruları sadece anlamak için sorun. Son olarakta beden diline ve özellikle de konuşmacının ilgisine dikkat edin.
  • Keşfeden Soru - 2 saattir uğraşıyorsun hiç bir şey gelmedi yerine bu raporu önümüzde 2 saatte bitirmek için neye ihtiyaç duyuyorsun ?   Liderler keşfeden sorular sorarlar, sorunuz insanları düşünmeye sevk etmeli, onlara belki ilham vermeli. Daha öncede yazmıştım koçtukta 3 aşama vardır diye, sen söylersin sen yaparsın, sen söylersin onlar yapar, onlar söyle onlar yapar. Lider ekibe ya da kişiye ilham vermek için direk sorular yerine keşfeden sorular sorar - Neden bu işi yapmıyorsun, bu işi bitirmek için ben sana nasıl yardımcı olabilirim ? Nasıl ? Hangisi kulağa daha ilham verici geliyor.
  • Takdir Etmek - Hemen hemen tüm insan kaynakları bloglarında, çoğu HBR makalesinde Takdir etmenin öneminden söz edilir, peki bunu gerçekten uyguluyormusunuz ? Ailemizden daha fazla çalışanlarımız ile beraberiz, annemize eşimize eline sağlık derken herhangi bir karşılık beklenmiyor değil mi ? Peki bunu neden çalışanlarımıza da yapmıyoruz, Bu raporu bana 2 gün önceden getirdin, eline sağlık, üretimde rekor kırdık - hepinizin eline sağlık arkadaşlar... gördünüz mü hiç zor değil, hem türkçe bu tip şeyler için çok müsait bir dil, bir yabancı bana her yerde "Kolay Gelsin" diyorsunuz - bu ne demek diye sordu, bende ona "Ne kadar zor çalıştığını biliyor ve takdir ediyorum" demiştim, adamın yüzündeki ifadeyi sanırım kestirebildiniz.
  • Net Mesaj - Lider gidilecek yolda nettir. Arada elde olmayan sebeplerden hedeften ya da yoldan sapılabilir. Ama bunun ile ilgili net olun, net olmazsanız ekibinde kafası karışacaktır. Herşey ölçülebilir veya anlamlı olmalı.
Unutma ateşi insanların içinde yakmalısın sandalyelerinde değil...
www.linkedinlion.com

Çarşamba, Eylül 11, 2019

İstakoz aforizması nedir


Dr. Abraham Twerski’nin anlattığı ıstakoz aforizması*, yeni kararlar alma konusunda bir motivasyon kaynağı.
Bildiğiniz gibi, ıstakoz yumuşak bir hayvan. Belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra kabuğu kendisini rahatsız etmeye başlar ve dışardan gelecek tehlikelere, başka hayvanlar tarafından yenme riskine karşın kabuğundan dışarı çıkıp bir kayanın altına saklanarak kendine yeni bir kabuk oluşturur. Zaman içinde biraz daha büyür ve kabuğu onu tekrar rahatsız etmeye başlar, tekrar risk alır ve kabuğundan çıkarak tekrar daha büyük bir kabuk oluşturur.
Bu işlemi yaşamı boyunca birçok kez tekrar eder.
Düşünün: Kabuğunun güvenli ortamını terk etmeseydi hiç gelişmeyecekti!

Pazartesi, Eylül 09, 2019

Korkmamak Acaba Türk'e Zarar mı Veriyor ?



Bu aralar kitap alırken Atatürk'ün etkilendiği yada ilham aldığı yazar ve kitapları okumayı adet edindim. Rousseau ve Gökalp'den sonra Grigory Petrov'un "Beyaz Zambaklar Ülkesinde" kitabını okuyorum, hayli güzel bir kitap tavsiye ederim.
Okuyanlar bilir, kitap Finlandiya toplumunu ve fin kültürünün kurucusu olarak kabul edilen Johan Vilhelm Snellman'ı konu alıyor. Snellman Rus egemenliği altındaki Finlandiya'nın milli benliğini tekrar bulması için ülkeyi karış karış gezmiş ve neredeyse tüm halkı eğitmeyi amaçlayarak daha ileri gitmelerini sağlamıştır. Kitapta Snellman'ın bunu nasıl başardığı son derece akıcı ve başarılı bir dil ile anlatılıyor.
Benim asıl ilgimi çeken, Snellman'ın da yardımı ile, nasıl bu kadar yüksek bir kültür oluşturmuş oldukları. 1811 yılında İsveç himayesinden çıkan Finlandiya daha sonra Rus himayesi altına giriyor ve 1917 yılına kadar bağımsızlığını kazanamıyor, ondan sonra yine Rus ve Nazi işgali ile uğraşmak zorunda kalıyorlar ve ikinci dünya savaşından sonra içlerine çekiliyorlar.
Kitabı biraz okuyunca şöyle bir izlenim edindim sizinle paylaşmama izin verirseniz, İşveç'ten korkan Finliler onlar ile nasıl mücadele edileceğini öğreniyor, Rusya'dan korkunca Rusya ile mücadeleyi, İngilizlerden korkunca İngilizleri öğreniyorlar, hatta futbolu birebir alıyorlar. Sert kış iklimine karşı, gene aynı şekilde korku ile hareket eden toplum ve en sonunda SISU adı verilen Fin felsefesini ortaya çıkarıyor. Yani koşullar ne olursa olsun mücadele et ve ayağa kalk.
Şu anda tartışmasız kuzey Avrupa kültürleri içerisinde Finlandiya dünya kültürlerine göre bir üst kültürdür. Sadece zamk ve ahşap türevleri üreten bir ülkeden devasa küresel şirketler, dünya şampiyonları, liderler çıkmıştır.
Acaba bu kültürün oluşmasına korku mu yol açmıştır ?
Wikipedia'da korku için şöyle bir tanım var;
"Korku belirli bir ağrı veya tehdit olarak algılanan bir olay sonucunda, uyarıcı bir tepki olarak ortaya çıkan yaşamsal bir mekanizmadır."
Tabi şimdi bu kitabı okuduktan sonra içinde yaşadığım toplumu düşünüyorum, acaba biz Türkler ne kadar korkuyoruz ? Ya da bizim için korku ne demek ?
Şöyle söylemler kulağıma geliyor;
Ne korkacağım mikrop benden korksun, ne gereği var emniyet kemeri takmaya karşıdaki benden korksun, ne korkacağım merdiven olmadan oraya çıkmaya, aynı cadde üzerinde bu işi yapan 6 yer daha var aman ne olacak canım onlar bizden korksun...
Geri kalmak tan, kilo almaktan, enflasyon dan, işsizlikten, geç kalmaktan, gol yemekten, israftan, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak tan, tedbir almamak tan, plan yapmamaktan, iş görüşmesine giderken hiç çalışmamaktan, 200.000 kilometre yapmış lastikler ile 200 yapmaktan, hemen hemen hiçbir şeyden korkmuyoruz.
Kişisel gelişim kitaplarında korkunun bize harika şeyler yapmaya engel olduğu, korkmadan süreklilik sağlamanın başarı getirdiği söylenir.
Ancak bence Türk insanının korku anlayışı hayli öteye başka bir boyuta taşınmış durumda. Ya da buna biraz endişe mi demeliydim...
Evet korkmamak - üzerine gitmek iyidir, ama öncesinde biraz düşünüp ortaya çıkan endişeyi tartmalı bence.
Esenlikle kalın.